Yükseköğretim yüksek öğretim olalı
Yükseköğretim yüksek öğretim olalı...
Süleyman Yılmaz
Yükseköğretim; önlisans, lisans ve lisansüstü kademelerine sahip bir ağ, mesleki ve bilgi birikimi açısından profesyonelleşme, uzmanlaşma ve ihtisaslaşmaya dair eğitim süreçlerini içeren bir kurumdur. Darülfünundan devralınan İstanbul üniversitesi 1933 yılında İTÜ 1944, Ankara 1946, Ege ve KTÜ 1955, OTDÜ 1956 yılında resmiyet kazanmıştır. 4 Kasım 1981 Tarih ve 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu ile YÖK kurulmuştur. YÖK’ün ilk başkanı İhsan Doğramacıdır. Devlet ve vakıf olmak üzere Doğramacı döneminde 34, Mehmet Sağlam döneminde 3, Kemal Gürüz Döneminde 21, Erdoğan Teziç döneminde 38, Yusuf Ziya Özcan döneminde 50 yeni üniversite kurulmuştur (Tekeli, 2010). Burada, yeni üniversite kurulmasındaki karar ilgili Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti önerisiyle TBMM’den çıkar. Daha sonraki dönemlerde kurulan üniversitelerle birlikte bugün 208 üniversiteye ulaşılmıştır. İllere göre yoğunlukta İstanbul’da 60, Ankara’da 22, İzmir’de 10, Antalya’da 5, Konya’da 5 üniversite yer almaktadır [1].
YÖK bünyesindeki fakültelerimizin sayısı; Fen ve Edebiyat Fakültesi (Fen, Edebiyat ve DTCF) 184, Mühendislik Fakültesi (Mühendislik, Mimarlık) 170, Sağlık Bilimleri Fakültesi 140, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 123, Tıp Fakültesi 120, Eğitim Fakültesi 93 Diş Hekimliği Fakültesi 88 ve Hukuk Fakültesi sayısı 79'dur. 2022 eğitim öğretim yılında, Türkiye’de üniversite ve meslek yüksek okullarına kayıtlı öğrenci sayısı toplam 8.240.997’dir. Bu öğrencilerin; 4.676.657’sini lisans, 3.114.623’ünü önlisans, 343.569’unu yüksek lisans, 106.148’ini ise doktora öğrencileri oluşturuyor. Akademideki kadın ve erkek akademisyenlerin sayısı, unvanlarına göre dağılımı ise; 32.233 profesör (10.714’ü kadın), 20.203 doçent (8.116’sı kadın), 41.516 doktor öğretim üyesinden (18.973’ü kadın) oluşmaktadır.
Gelelim nirengi noktasına!
Her ile bir üniversite, her üniversiteye de prototip fakülte ve bölüm gerekiyor muydu? Bu soruya kendi döneminde yaklaşık 130 üniversite kuruluş kanununu meclisten geçiren hükümetin cevabı; “Her genç kendi ilinde okuyabilsin diye, her ile bir üniversite açtık” şeklinde olmuştur. Bu durum, kendi ilinden çıkmayan, dış dünyayı tanıyamayan, öğretim elemanı yönünden insan kaynaklarının sağlanamama ve nitelikli bir eğitim alamayacağı üzerinden akademik çevrelerde tepkilere yol açmıştır. Bu alanda yapılan akademik yayınlarda, “Her İle Bir Üniversite Politikası” sonrasında Türk Yükseköğrenim Sistemi açısından Türkiye’de Akademik Enflasyon gerçeğine dikkat çekilmiştir (Yalçıntaş Akkaya, 2019).
Avrupa’da işsizlik oranında Türkiye, İspanya ve Yunanistan’ın ardından üçüncü sırada yer alıyor. AB İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) verilerine göre Kasım 2021’de işsizlik oranı İspanya’da yüzde 13,4; Yunanistan’da yüzde 13,3 ve Türkiye’de yüzde 11,2 oldu. Eurostat da basın bültenlerinin başlığında “Eğitim oranı yükseldikçe işsizlik oranı düşüyor” ifadesini kullanıyor. Ancak Türkiye bu konuda istisnai bir durumdadır. 2020 yılı verilerine göre 20-64 yaş arası nüfusta Türkiye’de üniversite mezunlarında işsizlik oranı yüzde ise 12,7. İşsizlik problemi, merkezi hükümetin kısa süreli derdine çare olmuştu. Ama mezunların sayısı bir anda artıp, üniversiteli işsizler sayısının birden yükselişe geçmesi özelikle gençler ve aileleri üzerinde rahatsızlık oluşturmaya başlamıştı. Bu belirsizlik zaman zaman tepkilere yol açtı. Siyasi irade ise, bir yandan “Eğitim konusunda mümkün olan en iyi imkânları sağlamanın gayreti içindeyiz” derken diğer yandan, “Her öğrenci üniversiteyi bitirdiği zaman iş sahibi olacak diye bir şey yok” şeklindeki beyanlara dönüşmüştü.
Üniversite kurulması hususunda 2008 yıllarında başlayan popülist yaklaşım, sistemsiz artan fakülte ve bölümler öğrenci tercihleriyle cezalandırıldı. İlk olarak sayıları 184’leri bulan Fen Edebiyat Fakültelerindeki temel bilimler, 2010 yılıyla birlikte öğrencisiz kalmaya ve tercih kılavuzundan çıkarılmaya başlandı. Önce Fizik, Kimya, Biyoloji ve Matematik bölümleri, ardından sosyal ve beşeri bilim alanları öğrencisiz kalmıştı. YÖK’te bu hususta hararetli toplantılar yapıldı. Fen Edebiyat Fakülteleri Dekanlar Konseyinde (FEFKON) kırmızı alarm verildi. Bir ülkede yükseköğretim alanında temel bilimler alanlarının kapanması, o ülke için ciddi bir sorundu. Aileler bu bölümlere, işsiz kalacağı kaygısıyla çocuklarının gitmesine rıza göstermiyordu. Durumun vahameti FEFKON’u harekete geçirdi. Sayı olarak YÖK’te nispi temsili fazla olan dekanlar güçlü bir lobi oluşturdular. Amaçları öğrencilerinin Pedagojik Formasyon sertifika programına dâhil edilip, öğretmen olmalarının yolunun açılmasıydı. Böylece öğrencileri için ortaöğretim alanına talip oldular ve hâlihazırda 18 Eğitim Fakültesinde bulunan Ortaöğretim alan öğretmenliklerinde kontenjanı sıfırladılar. Gerekçe ise şöyleydi; Eğitim Fakültesi ortaöğretim alanı öğrencileri KPSS sınavından sıfır geçiyor şeklinde aslı olmayan bir iddia ile dönemin YÖK Başkanını ikna etmişlerdi. Oysa Pedagojik Formasyona Yusuf Ziya Özcan döneminde tüm beklenti ve tepkilere rağmen uzun süre onay çıkmamıştı. YÖK Başkanı FEFKON tarafından yanlış bilgi verildi diye durumun düzeltilmesi talimatını vermişti. Siyasi erkin de talebiyle Pedagojik Formasyon Fen Edebiyat Fakültesi ve benzeri alanlara yeni bir ümit ışığının doğmasına neden oldu.
Peki, Eğitim Fakültesi Dekanları bu esnada ne yapıyordu? EFDEK diye kurulan konsey üzerinden çalışmalar yürütüldü. Önceleri Pedagojik Formasyona kapı aralayıp da kendi öğrencilerinin öğretmenli ikbalini etkileyeceği kaygısıyla teklife sıcak bakılmadı. Ama sonra siyasi baskı nedeniyle, durum madem verilecekse, Eğitim Fakülteleri üzerinden olsun şeklindeki, ölümü görüp, sıtmaya razı olmaya dönüşmüştü.
Son YÖK kararıyla Pedagojik Formasyon artık Fen Edebiyat Fakültelerinin bünyesinde, seçmeli ders kapsamında verilecek. EFDEK tepkili bir deklarasyon yayınladı. EFDEK öğretmenlik mesleği ile ilgili bir konunun seçmeli ders mantığıyla böylesine basite indirgenilmesine tepki göstermesinde haklılar ama nafile. YÖK’ün üzerinde de otonom bir baskı unsuru var ve siyasetin beklentilerine cevap vermek zorunluluğu var. Eski bir Eğitim Fakültesi dekanı olarak, naçizane görüşüm, orta bir yol bulmaktan yanadır. Öncelikle, Fen Edebiyat Fakültesinde, öğretmen olmak isteyecek öğrenciler bu dersleri zorunlu almalı, sarmal eğitimin içine yayılmalı, derslerin bir de alan uzmanlarınca verilmesi sağlanmalıdır. Böylece, öğretmen olmak isteyen öğrenciler ekstradan bir yıl daha beklemeyecek ve ekstra bir ücret de ödemeyeceklerdir. Bu işler polemikle yürütülemez.
Doktora danışmanımın bir söz vardır; “Hakkınızda karar vericilerle asla polemiğe girmeyiniz, kaybedersiniz”. Konu ancak suhuletle ve usuletle çözüme kavuşturulabilir.
Kaynaklar
Tekeli, 2010. Tarihsel Bağlamı İçinde Türkiye’de Yükseköğretimin ve YÖK’ün Tarihi, s.194.
Yalçıntaş, Akkaya, 2019, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 74, No. 3, s. 789 – 810.
[1] https://www.yok.gov.tr/universiteler/universitelerimiz

Yorum Yazın